29 Nisan 2009 Çarşamba

O'nun En İyi 3'ü


1-Paolo Maldini


2-Lionel Messi


3-Kaka Leite



The Independent gazetesine verdiği röportajda, şuan kendi takımı dışında futbol oynamakta olan en iyi üç oyuncuyu böyle belirtmiş "Sir" Alex Ferguson.

"DEV" maçın ardından... İspanya'da "futbol"


Chelsea, çok büyük beklentilerle izlediğimiz, Nou Camp'ta 100.000 kişinin, televizyonları başında da onmilyonların büyük beklentilerle izlediği maçta, Barcelona'ya gol izni vermedi ve rövanş için avantaj yakaladı. Özellikle Bosingwa bence sahanın en iyisiydi ve Messi'yi sahadan sildi desek yeridir. Üstelik hayatında belki de ilk kez sol bekte oynamasına rağmen...
Barca özellikle ilk yarı pozisyon bulamazken, Chelsea'den Drogba 40.dakikada Chelsea'nin -ilk şutu olan pozisyonda- karşı karşıya kaldığı pozisyonda topu Valdes'in kucağına attı. İkinci yarıdaysa, Barca'nın -sağ bekteki Dani Alves'in aslında sağ kanat olduğunu hatırlamasıyla- ataklarını izledik. Guardiola'nın ilginç bir şekilde Henry ve Eto'o'yu çıkarmasına rağmen onların yerine giren Krkic ve Hleb öyle pozisyonlar yakaladılar ki, skor az daha 2-0 olabilirdi. Çoğu kişinin beklentisinin altında kalan maç, Londra için yine de bizi ümitlendirmedi değil. Oradaki sahada bu iki takımı izlemek çok daha keyifli olacak...

Barca ise haftasonu El Clasico'da Real Madrid ile karşılaşacak. Barca başkanı Laporta o maçın "Real Madrid için daha önemli olduğunu" belirtti ve dikkatli olmaları gerektiğini söyledi. Barca 8 gün içerisinde Chelsea'yle iki kez karşılaşıp, Real Madrid'le belki de şampiyonluk maçına çıkarken, aklımda bizim takımlar ve nazlı oyuncularımız geldi elbet. Haftada iki maçı zar zor çıkaran, maçlarını erteleten, ertelenmemesi halinde mutlaka Avrupa kupası dönüşünde puan kaybeden Türk takımları ve oyuncuları... Ve düşündüm:
"Bir yerlerde "gerçek futbol" oynanıyor..."

Çarşı Kapalıya Gelir Mi? ve "Cimbom Gol Gol Gol!"






Galatasaray'ın son dakikada yediği golle artık lige iyice havlu atması ve Trabzon'un da Sivas'tan fark yemesiyle, şampiyonluk yarışında artık iki takımın kaldığını söyleyebiliriz. Sivasspor ve Beşiktaş... Bu takımların ikisinin de kalan beş haftada karşılaşacağı tek ortak takım ise Galatasaray! Ligin sondan ikinci haftası Beşiktaş ile oynayacak olan Galatasaray, son hafta ise Sivasspor'u ağırlayacak... Sarı kırmızılı takım şampiyon olamasa da, şampiyonluğu belirleyen takım olacak bir bakıma! Aklıma gelen ilginç bir teori var: Hani olur da Beşiktaş-Galatasaray maçını Beşiktaş kazanırsa, maç sonu İnönü'yü dolduran herkes Galatasaray'a son hafta için "başarılar" diler mi? Son hafta iddiasız Galatasaray'a güç vermek için Sami Yen kapalısında İnönü'den alıştığımız "Kartal Gol Gol Gol" tezahüratının yerini "Cimbom Gol Gol Gol" alır mı? Ve eğer, Galatasaray Beşiktaş'ı İnönü'de yenip; Sivas'ı şampiyon yaparsa, Beşiktaş-Galatasaray rekabeti nereye doğru gider? Gerçekten, tüm basının atladığı bu detayı canlı canlı görebilmek için sabırsızlıkla bekliyorum...

24 Nisan 2009 Cuma

'Bob'




"Football is a whole skill to itself. A whole world. A whole universe to itself. Me love it because you have to be skillful to play it. Freedom! Football is freedom."




Futbolu müzikten önce tanısa, hiç düşünmeden futbolcu olacağını söyleyen...


Bob Marley, 1979




Ultraslan Eski Açık'ta!

Ultraslan Grubu, yayınladığı bildiriyle yeni sezonda Kapalı Tribünü'nden Eski Açık Tribünü'ne -kendileri Alparslan Dikmen tribünü olarak adlandırıyorlar- taşınmaya karar verdiğini açıkladı. Böylece tezahüratların daha koordineli ve rakip takımı yıldırıcı etki yapacağının altını çizdi. Gerçekten de, Ali Sami Yen Stadı'nın Kapalı Tribünü'yle Eski Açık arasında -ki en fazla desteği sağlayan iki tribündür- tezahüratlar esnasında daima bir uyumsuzluk meydana geliyordu. Böylelikle Ultraslan üyeleri, Ali Sami Yen'in en iyi maç izlenebilecek yerini bırakıp, taraftarlık ruhuyla hareket ederek, GS taraftarları arasındaki yerini sağlamlaştırdı.

23 Nisan 2009 Perşembe

Pepe Gidici!

Real Madrid'in savunma oyuncusu Pepe'nin, Getafe maçında savurduğu tekmeleri anlatmıştık. Pepe olayın ertesinde Marca gazetesine şu açıklamayı yaptı:


"Olay anının görüntülerini tekrar izledim ve kendimi tanıyamadım. Bir anlık kontrolümü kaybetmişim ve çıldırmışım. Fakat ben öyle biri değilim. Futbola tekrar dönme arzum yok. Şu an yaşadıklarım benim için en kötü ceza. Tekrar futbola dönme şansım olmadığını görürsem, başka bir şey yapmayı düşünürüm"


Pepe'nin futbola dönüp dönemeyeceği belirsiz, ancak Federasyon tarafından en az 6-7 maç ceza alması neredeyse kesin gibi...

22 Nisan 2009 Çarşamba

Liverpool ve Real Madrid


Dün yine şahane iki maç izledi futbolseverler. Biri, İngiltere'de maçlarında toplam 8 gol olmasını seven (bkz. Liverpool-Beşiktaş, Chelsea-Liverpool) Liverpool ile Arsenal arasında, diğeriyse Barca'ya karşı varını yoğunu ortaya koyan Real Madrid ile Getafe arasındaydı.

Liverpool, uzun yıllardır şampiyonluğa ilk kez bu kadar yakın olduğu için kazanmak zorundaydı. 2. Manchester'dan 1 maç fazlası vardı ve aralarında yalnızca 1 puan fark vardı. Kazanması halinde Manchester'ı ensesinden tutup aşağı çekebilecekti. Olmadı... Chelsea'deki milyarder Rus'un Premier Lig'i 2-3 yıldır tekelinde tutması yetmezmiş gibi, bir de Arsenal'in Rus'u ortaya çıktı, ve Liverpool'un şampiyonluk ümitlerini neredeyse söndürdü. Andrei Arshavin... Devre arasında Zenit'ten alınmıştı Arshavin. Euro 2008'de Hollanda'yı tek başına eleyen futbolcu olarak göze çarpmıştı. Tam 4 gol bıraktı Liverpool ağlarına ve koca Andielf Road'a bizim Tuncay misali "sus" işareti yaptı tam 4 defa. Onun bu gol sevinci, Andield'daki taraftarı da gerçekten susturdu. Attığı gollerin hiçbiri öyle beleş diye tabir ettiğimiz goller değildi, üstelik. İzleyin, bana hak vereceksiniz, muhteşem goller attı Rus yıldız. İşte linki de burada:

**
Bir diğer maç heyecanı da İspanya'daydı. Barcelona'nın efsanevi Henry, Eto'o, Xavi, Messi'li kadrosunun ligi silip süpürmesine rağmen, onların yalnızca 4 puan gerisinde bulunan Real Madrid evinde Getafe'yi ağırladı. Getafe öne geçti, Higuain eşitliği sağladı. Ardından, tamam 2. yarı Real alır maçı derken; Getafe tekrar öne geçti, Real tekrar eşitliği sağladı. Ve son dakika... Real Madrid'in defans oyuncusu Pepe önce Getafe'li oyuncuyu düşürdü. Sonra hırsını alamayıp Karate Kid misali iki tekme savurdu. Kırmızı kart, penaltı! Ve, bana göre Dünya'nın en iyisi olan Casillas penaltıyı kurtardı. Tabii, bunda Getafe'li oyuncunun penaltıyı "Pascal Nouma" veya "Francesco Totti" misali kullanıp ortaya aşırtma yollamasının da etkisi vardı. Evet, penaltı kurtarılmıştı ancak Real Madrid'e 2-2lik beraberlik yetmeyecekti. Ve sahneye bizim Beşiktaş'ta kardeşini izlediğimiz "gerçek", "has" Higuain çıktı! Muhteşem bir gol attı, Higuain. Barnebeu yıkıldı, spiker çıldırdı. Buyrun, onun linki de burada:



Geriyeyse Pepe'nin tekmelerinin vahşeti -çünkü bayağı öldüresiye savuruyor- ve teknik direktör Juande Ramos'un konuyla ilgili açıklamaları kaldı:

"Pepe penaltı yaptırınca sakinliğini kaybetti, ve havaya tekme savurmak istedi. Kesinlikle arkadaşına tekme atmak istememişti, onu bağışlamalıyız."




Zapatista Ernesto 'Che' Guevara


“''It is not just a simple game, it is a weapon of the revolution.''”


"Futbol, basit bir oyun değil; aynı zamanda bir devrim silahıdır."

Zapatista Ernesto 'Che' Guevara

Lyon Saltanatı Bitiyor Mu?


Malumunuz, Lyon üst üste 7 senedir Fransa Ligue 1 Şampiyonu oluyordu, ve bu bir rekordu. Bu seneye de aynı inançla girmişlerdi. Ancak; geçen sene şampiyonluğu sonuna kadar zorlayan Bordeaux, son yılların en iyi kadrosunu oluşturan efsane takım PSG, ve bizim çok yakından bildiğimiz fakat onların yeni yeni anladığı Erik Gerets faktörüne sahip Marsilya bu sene çok daha iyilerdi. Nitekim, Fransa Ligi’nin 32. haftası geride kaldı ve lider Marsilya ile Lyon arasında 4 puan fark var. Henüz ligin bitmesine 6 hafta kalmasına rağmen umutlanmamak elimizde değil! Fransa’da tüm spor kamuoyu ittifak halinde Lyon’un şampiyon olmamasını istiyor, çünkü bu saltanat liglerinin prestijini Avrupa’da oldukça düşürdü. Lyon ile Marsilya’nın arasında bir de Bordeaux’nun olduğunu, ve 3. Lyon’un bu hafta 4.PSG ile oynayacağını hesaba katarsak, kim bilir belki de bu hafta Fransa’da Lyon hükümdarlığının biteceğini belgeleyen hafta olarak tarihe geçebilir. Tahminim; fikstür avantajına sahip Bordeaux’nun şampiyon olacağı yönünde… Tabii, Marsilya da unutulmamalı ancak; Lyon’un artık kesin olarak devre dışı kalma vakti geldi…

Tony Hibbert ve hayali

Yukarıdaki fotoğrafta, Liverpool şehrinin iki önemli futbolcusu bulunmakta. Fakat; biri Liverpool için canını dişine takarak oynarken, diğeri Liverpool’un ezeli rakibi Everton için top koşturmakta. Bu haftasonu; fotoğrafta hocanın sağında bulunan çocuk Tony Hibbert, küçüklüğünden beri aklında olan hayalini gerçekleştirmek için çıktı Manchester karşısına. Fotoğrafta yanında bulunan arkadaşı Steven Gerrard için şu yorumu yapmıştı maç öncesinde: "Steve kırmızıyı seçti ama bugün mavinin kazanması için dua edecek.”
Şimdilerde Everton forması giyen Hibbert’ın hayali FA Cup’ı Wembley’de almaktı. Bunun için karşılarındaki Manchester United devini de penaltılarla elemeyi başardılar. Gerrard gerçekten Everton’ın kazanması için dua etmiş miydi bilinmez, ancak Hibbert’ın hayali tek bir maça kaldı. Arsenal’i eleyen Chelsea, diğer finalist oldu ve görünen o ki FA Cup bu sene maviye boyanacak!

Volkan Şen

Bu sitede, gerek yurtiçi gerekse yurtiçinden saptadığımız yıldız veya yıldız adaylarına da yer vereceğiz. Volkan Şen ise bu köşenin ilk konuğu. 1987 doğumlu oyuncuyu, önce Fenerbahçe maçında gördüm, bir şutu direkten döndü, aldığı her topla tehlike yarattı. Ardından, Galatasaray maçında canlı izleme olanağı buldum. Galatasaray’ın sol kanadını felç etti, muhteşem oynadı ve tribündeki herkesin “Kim bu adam?” diye sormasına neden oldu. Çok rahat adam geçiyor, attığı paslar da hep gitmesi gereken yerlere gidiyordu. Beşiktaş maçında da bu özelliğini sürdürdü. Biraz da, bencilliğinden ve kilolarından kurtulursa, sanırım büyük kulüpler peşinden çok koşacaktır.

Ivankov : Şampiyonluğu Götüren Kurtarış mı?


River maçının durduğu zamanlarda Beşiktaş maçını izlerken, Bursaspor’un direkten dönen iki topunu gördüm. Önce Koreli oyuncu vuruyor, Rüştü inanılmaz bir şekilde dokunuyor ve top direkten dönüyor; ardındansa Volkan Şen tamamlıyor, ancak top akıl almaz bir şekilde yeniden direkten dönüyordu. Bu pozisyonu izlerken, “Acaba Beşiktaş’a şampiyonluğu getiren pozisyon mu?” diye düşündüm. Ardından, maçın son dakikasında, Bobo sağdan gelen ortaya öyle bir yükseldi ki, tüm İnönü gol diye ayağa kalktı fakat Ivankov inanılmaz bir top çıkardı. Bu sefer de “Acaba şampiyonluğu götüren kurtarış mı?” Diye düşündüm. Aynı Ivankov, Galatasaray maçında öyle bir gol yemişti ki, evlere şenlik. Koca 90 dakika içerisinde birkaç saniye, ve hatta koca sezon içerisinde birkaç dakika her şeyi yeniden başlatabiliyor, veya tamamen bitirebiliyor.

21 Nisan 2009 Salı

Açılış : Superclasico

“Arjantin’de futbol bir ölüm-kalım meselesidir. Avrupa’da taraftarlar normal bir yaşam standardıyla mutlu olabilirler. Fakat Arjantin’de mutlu olanlar sadece tuttuğu takımın son maçından galibiyetle ayrılanlardır”

Herman Soro , Arjantin’li gazeteci

Bildiğiniz bütün maçları, derbileri unutun! Arjantin’de her yıl öyle büyük iki müsabaka oynanır ki, dünyanın geride kalan tüm spor olayları gölgede kalır. Özellikle, oynanan futbolun kalitesinden ziyade; atmosferin coşkusu, gerginliği ve halkın o güne verdiği önem açısından! Zaten, futbol yalnızca sahada oynanan bir oyun olarak değil, bütün atmosferiyle sevildikçe güzelleşen bir olgudur.
Arjantin halkı, bilindiği üzere, ekonomik açıdan çok kötü durumdadır. Buna rağmen, “Superclasico”nun yani Boca-River derbisinin oynanacağı gün, tüm dertlerini, sorunlarını unutur ve ekran başına kilitlenirler. Halkın %75’i ya Boca Juniors’lıdır ya da “Milyonerler” olarak adlandırılan River Plate’li. Aralarında sadece yedi kilometre bulunan iki şehrin takımının bu rekabeti daha çok sosyal sınıf farklılıklarına dayanır. Az önce de belirttiğim gibi, River Plate “Milyonerler” olarak adlandırılır ve daha üst sınıfın tuttuğu takımdır. Tabii, Boca’lılara göre onlar yalnızca birer “tavuk”tur. Boca Juniors takımı ise işçilerin takımıdır. “Cenevizliler” olarak adlandırılmıştır, çünkü kurucuları Cenevizlilerdir. River taraftarları ise sarı ve laciverti aynı anda gördüğü anda “Leş Kokanlar!” diye bağırır. Bu da, Boca taraftarlarının ekonomik durumuyla alakalıdır.
Boca-River derbisi aynı zamanda Nike-Adidas, Coca-Cola-Pepsi arasındaki rekabete de sahne olur. Öyle ki, bir River taraftarının Nike marka ürün alması düşünülemez! The Observer gazetesi bu maçı “Dünya’nın görülmesi gereken 1 numaralı spor olayı” olarak tanımlamıştır. Aynı tarihte (1905) kurulan bu iki takımın süper mücadelesi “futbol asla sadece futbol değildir” dercesine oynanır her yıl La Bombanera (Boca Juniors’ın Stadı, “çikolata kutusu” anlamına gelir) ve El Monumental Stadyumlarında. İki takım bu büyük maça bütün bir hafta boyunca, gerek basın gerekse taraftar tarafından adeta bir arenaya çıkar gibi hazırlanır.

**

Ve bu yıl da öyle oldu… Pazar günü, NTV Spor’da yayınlandı La Bombanera’daki maç. Tam da, bu sitenin açılış yazısını aradığım günlerdi. Futbolun hayatın içinde ne derece önemli olabileceğini, güzelliğini, coşkusunu en iyi anlatabilecek müsabakalardan biri olduğu için “Tamam!” Dedim… “Açılış yazısı Superclasico’nun!”
NTV Spor yine muhteşem bir iş yapmış, ve maçın yayınını bazı diğer kanallar gibi başlama vuruşuyla değil, başlama vuruşundan on beş-yirmi dakika öncesiyle başlatmıştı. Çünkü biliyorlardı ki; bu derbinin önemi bambaşkaydı. Boca Juniors takımı son ligi şampiyon olarak bitirmiş, River ise lig sonuncusu olmuştu! Arjantin’de her yıl iki farklı lig oynandığı ve düşenlerin toplam puanlarla belirlendiği için küme düşmemişlerdi belki ama; taraftarlarının gazabına uğradıkları muhtemeldi, ve büyük prestij kaybetmişlerdi. Şimdi, kendilerini affettirmeleri gerekiyordu. Çünkü; maç öncesi River’lı yıldız Gallardo’nun dediği gibi : “Superclasico’yu kazanmak her şeydi!” Kanalı açtığımda, tek kelimeyle “muhteşem!” olarak tanımlayabileceğim Arjantin Kanalı rejisi Boca soyunma odasını gösteriyordu. Oyuncular, birbirlerini arenaya çıkar gibi hazırlıyorlardı. Bağırışlar, çağırışlar! Ve o sahaya çıkış anı! Anlatılmayacak, orada olunup yaşanması gerekecek bir şey! Boca sahaya çıkarken, binlerce konfeti, tuvalet kağıdı ve teyp bantları fırlatıldı sahaya her zamanki gibi. Yeşil saha, sarı ve laciverte boyanmıştı yaklaşık iki dakika içerisinde. Sahadaki kamera, oyuncular sahaya doğru koşarken aralarından geçerek soyunma odasına doğru ilerliyordu. Sabit kameralar yerine, her zaman sahadaki kamera kullanılıyor ve seyircinin kendisini orada hissetmesi sağlanıyordu. –Tabii ki kendimi avutuyorum, orada olmayı çok istediğimden.- Aynı şekilde, taç atılırken dahi bizdeki sabit kameraların aksine, kamera oyuncuya yaklaşıyor, zoom yapıyordu.

Maç başladı, en önemli oyuncusu Juan Roman Riquelme’den sakatlığı nedeniyle mahrum olarak sahaya çıkan Boca saldırmaya başladı. Oyuncular koşarken, yerdeki konfetiler havalanıyor ve muhteşem bir görüntü oluşuyordu. Bir pozisyonda aynı anda altı kişi yerde kalıyor, hakem buna rağmen daima oyunu oynatmayı beceriyordu. Saha o sarı ve lacivert küçük kağıtlardan temizlenmemişti. Sanki her şey bir tiyatro dekoru olarak hazırlanmıştı. Bir karnaval havasında devam eden maçta ilk yarı Boca’nın oyun üstünlüğüyle fakat skor eşitliğiyle geçildi.
Derken, iknci yarı başladı ve bu devrenin ortalarında “Derbilerin Derbisi”ne –Ercan Taner’e selam olsun- yaraşır bir gol geldi Martin Palermo’dan. Burada Martin Palermo’ya ayrıca değinmek istiyorum. Kendisi aynı maçta üç penaltı kaçırabilen (Arjantin-Kolombiya, maç 0-3 bitmiştir.) ve bir başka maçta da gole sevinmek için reklam panolarının üzerinden atlarken panolara takılarak, düşüp ayağını kıran bir futbolcudur. River’ın belalısıdır, o ayrı. Boca taraftarlarının bir diğer özelliği de, tribünlerin en altındaki beş-altı sırayı boş bırakıp gollerde oraya ve tellere doğru hücum etmeleridir! Oldukça renkli bir görüntü oluşturur. Palermo'nun golünden sonra, Palermo onlara doğru koşarken onların da yukarıdan tellere doğru koşması harika bir görüntüydü.
Derken, River teknik direktörü çok iyi bir hamle yaptı ve neden oyunda olmadığını zaten anlayamadığım Bounanotte’yi oyuna aldı. Benden söylemesi, iki yıl içinde İspanya liginin iyi bir takımına gelecektir. Onun hızlandırdığı River takımı saldırmaya başladı. Ve futbolun bir başka güzelliği, “yıldızlar”ından biri sahne aldı bu şahane tiyatroda. “Marcelo Gallardo!” Bir frikiğin başına geçti, ve yapması gerekeni yaptı. Maç bu golle 1-1 sona ererken, Boca’dan Gaitan ve Palermo, River’dansa Bounanotte ve Gallardo öne çıkan futbolcular oldular.
Maç bitti ve eminim, Arjantinliler 20 Nisan tarihinden itibaren El Monumental’deki maçı beklemeye başladılar. Yazının sahibi olarak, benim hangi taraftan olduğumu merak edenlere, ben Maradona’dan yanayım diyorum ve Boca Juniors Stadyumu’nun girişindeki yazıyla nokta koyuyorum:

“Boca es mi religion, Maradona es mi dios, La Bombenera es mi iglesia”

(Boca dinimdir, Maradona Tanrı’m, Bombanera ise kilisem)